Koyu Açık

Modern Çağın Yaygın Hastalığı: Hiçlik

Eminim herkes hayatının bir döneminde “hiçleşmiş” hissedebilir veya şu an tam da o durumun içinde olabilir. Peki neden böyle hissederiz ve böyle hissettiğimiz durumlarda işin içinden nasıl çıkabiliriz bu yazımda onu incelemek istiyorum.

İnsan sosyal bir varlık olduğundan sosyal hayatının dışına çıkması onu diğerlerinden soyutlayacak ve hiçleşmesine yol açacaktır. Bir insan kendini hiçleşmiş hissediyor ise muhtemelen sosyal hayatında bazı sıkıntılar çekiyordur. Çektiği bu sıkıntılar pekala geçmişinden bu yana taşıdığı yükler olabilir. Okulunda aldığı düşük notlar, iş hayatındaki başarısızlık, arkadaşlar arasında dışlanma vb gibi bir çok durum olabilir. Kendini çok değersiz hisseden insan olaylara önceki hayatından farklı açıdan bakar. Bu, eskiden güneşin doğuşunu mucizevi bulurken artık normal bir olay, eskiden çok insancıl biriyken artık en ufak bir kusura bile kılıf uyduran birine dönüşme gibi durumlar olabilir.

Kendimizi bir hiç gibi hisettiğimizde sıcak bir yaz günü içtiğimiz sudan bile zevk alamaz hale geliriz oysaki içilen o su bizi ne kadar da rahatlatır, yakın arkadaş grubuyla yapılan sohbet, öğrenilen yeni bir şeyi dostlara anlatılırken  onların verdiği hoş tepkiler bizi çok mutlu ve huzurlu kılar. Eğer insan bunlardan mahrum kaldıysa kendini bir “hiç” gibi hissetmesi çok normaldir. Demek istediğim, hayatın en ufak parçasından bile zevk almayı öğrenmek değil sadece en ufak şeyden bile zevk almayı bilmemek, onu hissedememek. Kişi bir şeylerden zevk almak ve eğlenmek için büyük değişimler bekliyorsa onun mutsuz ve hoşnutsuz bir insan olması  kaçınılmazdır çünkü hayat bize mutlu olmak için büyük şeyler verecek kadar cömert değildir.

Çoğumuz küçüklüğümüzden beri maruz kaldığımız filmlerde değişimin gelmesini bekleyenlerin başarıya ulaştığını, sihirli bir değneğin onu gelip içine düştüğü bataklıktan çıkardığını ve geri kalan hayatını çok mutlu geçirdiğini gördük. Bu şeylere o kadar alıştık ki her zaman yanımıza gelecek olan o kurtarıcı meleği bekledik, halbuki ortada ne kurtarıcı bir melek ne de bir film vardı. Biz sadece gerçekliğin içinde, bir bok çukuruyla karşı karşıya idik. Sadece biz ve gün geçtikçe içimizi bir fare gibi kemiren, hayatımızı sorgulatan, gülme yetimizi kaybettiren “hiçlik” vardı. Kurtulmak için hep dışarıdan bir güç bekledik. Dışarısının işinin çok başka yerlerde olduğundan haberimiz bile yoktu. Hayatın gerçekleri dediğimiz şeyler halının altına süpürülmüş, toz pembe bir dünyanın içinde, gerçek hayata hazırlanmadan yetiştirilmiştik. Bize ne istediğimiz sorulmamakla kalmayıp ne yapmamız gerektiği en küçük yaşlardan beri tüm çevremizce söylenmişti. Gerçek hayat bizim için sadece çalışıp para kazanmak; ev, araba almak, ardından evlenip çoluğa çocuğa karışmak idi. Hayata hazırlandığımız yıllarda bize her zaman dayatılan bir şey vardı;  “eğer olur da yetkin bir mesleğe sahip olacağın bölümleri okumazsan; aç, sefil, sefalet içinde yaşarsın.” Bu asılsız dayatmalar bizim o genç zihnimize öyle bir kazınmıştı ki çoğumuz okuduğu üniversitenin henüz başında olmasına rağmen bölümünü bırakıp sevdiği şeyi yapmasını sağlayacak bölümlere gitmeye cesaret bile edemedi. Görücü usulü gittiği üniversitesinde, henüz ilk senesini bile bitirmeden hayat derdine düşen bireyler…  İşte bu durum, koca bir “hiç” ordusunu doğurdu.

Kendini hiç hisseden bir insan öncesinde yaptığı önemli şeyleri görmezden gelir, verilen tavsiyelere “hiç” gözüyle bakar, kendini iyileştirmeyi mantıksız ve boş bir çaba olarak görür. Kendini iyileştirmek diyorum çünkü bir “hiç” gibi hisseden insan hayata karşı hasta haldedir. Yemek yer, su içer, dışarı çıkıp yürüyüş yapar ama her ne kadar öyle gözükmese de böyle bir birey amansız bir hastalığın pençeleri ardında yaşamaya mahrum kalır. Bu hastalıktan çıkması, hayata tekrardan devam etmesi gerekir. “Hiç biri” hayatında anlam olmayacağı için kendisini yaşamaktan da aciz görür. Ölüm, “hiçler” için günü geldiğinde yapılan bir eylem olmaktan çıkıp onu düşündüğü ve niyet ettiği bir gerçek haline dönüşür. Oysa herkesin yaşamaya, hissetmeye ve sevilmeye ihtiyacı vardır. Bunlar aranacak değil istemeden de sahip olduğumuz şeyler olmalıdır. Kimse bu hayatı başkalarını izlemeye, onların hikayelerini dinleyerek hayal kurmaya gelmedi. Kişi bu dünyada hayatının başrolü olmaya, yaşamaya ve hissetmeye ardından ölmeye geldi. Kısaca yaşamak, hissetmek ve sonunda ölmek için..

İşte bu hiçlikten çıkmanın en güzel yolu ne istiyorsak değil, aklımıza mantıklı gelen şeyleri yapmaktır. Duygularımızı bir hedef gösterici olarak görmek yerine, aklımızı kullanıp o hedefe giderken danışılacak, görüşü çok katkı sağlamayacak bir danışan olarak almalıyız. Sanat mı, sinema mı, spor mu; her neyi iyi yapabileceğimizi düşünüyorsak onun üzerine düşmeli ve gecemizi gündüzümüzü o alana vererek uzmanlaşmalıyız çünkü günümüz dünyası her şeyi bilen ama hiçbir konuda uzman olmayan bireylerle dolu. Eğer kişi sevdiği bir konu üzerine uzmanlaşırsa ve kendini çok iyi yetiştirirse o çok önemli olan geçim sıkıntısı derdine düşmeden hayatını idame ettirebilir. Kişi kendi tutkusunu bilmeli ve bahsettiğimiz gibi o tutkusunun üzerine yoğunlaşmalıdır. Böylesi bir durumda kişi “hiç”likten çıkıp hayata katılmış ve yaşamını istediği gibi sürdüren bireye dönüşmüş olur. Kendi kararlarını kendi verip herhangi bir baskı altında hissetmeden çalışmış olur ve şunu çok iyi bilir ki kendisi o işte çok iyidir aynı zamanda ne yapılması gerektiğini biliyordur. Yazımı Montaigne’nin Yavaşladıkça Çoğalıyorum adlı eserinden ufak bir pasaj ile bitirmek istiyorum; “bir amaca bağlanmayan ruh, yolunu kaybeder. Çünkü her yerde olmak, hiçbir yerde olmamaktır”.

Sevgilerle..

https://open.spotify.com/playlist/6mA42Jvg6ZJkZA8Pru7u5L?si=m4cpB46pTDykZzNAuZWryA&pi=e-C1g9vsm0Qh-C

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlgili Mesajlar

sen

sen ben şarkıyı bile içimden söylerim,çünkü sessizliğim senin soluğunla yankılanır boşluğumda.Her kelime, dudaklarımdan süzülen bir iz gibi düşer,ve…

hayat ve zaman

Geçmişten günümüze anlam arayışı, birçok düşünürün kafasını kurcalayan, geceleri uykusunu kaçıran ve gündüzleri rüya görmesine sebep olan bir…

Ölüm ve Çaresi

Babamın çok yakın arkadaşları vefat etmeye başladığında ölümün bir çaresi olmadığını anlıyorum yavaştan. Bu durgunluk üç sene çok…